Her çocuk, gelişimsel yolculuğunu kendi ritminde ilerletir. Kimi çocuk erken yaşta sosyal ilişkiler kurar, kimi ise bu süreci daha yavaş ve temkinli bir şekilde yaşar. Çocukluk dönemi yalnızca fiziksel büyüme değil, aynı zamanda duygusal, bilişsel ve sosyal gelişimin de temellerinin atıldığı kritik bir evredir. Bu dönemde sosyalleşme, çocuğun kimlik inşasında ve çevresiyle güvenli bağlar kurmasında belirleyici bir role sahiptir.
Sosyal gelişim, yalnızca akran ilişkileriyle değil; çocuğun mizacı, ebeveyn tutumları, aile içi etkileşim kalitesi ve çevresel koşullar gibi birçok değişkenden etkilenir. Bazı çocuklar sosyal ortamlarda aktif, girişken ve rahat davranırken; bazıları daha çekingen, gözlemci ya da geri planda kalmayı tercih eden bir yapı sergileyebilir. Bu çeşitlilik doğal olmakla birlikte, bazı durumlarda sosyal geri çekilme davranışları çocuğun kaygı, özgüven eksikliği ya da duygusal ihmal gibi gelişimsel risklerle karşı karşıya olduğuna işaret edebilir.
Bu yazıda, çocukluk döneminde sık gözlemlenen sosyal çekilme davranışlarını kavramsal ve tanısal çerçevede ele alarak, bu davranışların aile tutumlarıyla nasıl şekillendiğini bilimsel bulgular ışığında değerlendireceğiz.
Öncelikle sıklıkla birbirinin yerine kullanılan bazı kavramları açıklayarak giriş yapmak uygun olacaktır. İçedönüklük, sosyal kaygı, utangaçlık ve sosyal ilgisizlik sıklıkla birbiri yerine kullanılmaktadır. Benzer belirtileri olsa da aslında her biri farklı kavramlardır.
Utangaçlık
Çocuk sosyalleşme arzusundadır, ancak değerlendirilme ya da reddedilme kaygısıyla geri durur. İlişki kurma isteği ile bu ilişkiden duyulan korku arasında içsel bir çatışma vardır.
Sosyal İçe Dönüklük
Çocuk sosyal etkileşimlere karşı ne net bir ilgi ne de belirgin bir kaçınma gösterir. Çoğu zaman bekler, gözlemler, zaman zaman katılım sağlar. Duruma bağlı değişkenlik gösteren geçici bir strateji olabilir.
Sosyal İlgisizlik
Çocuğun sosyal ortamlara yönelik genel bir ilgisizlik hâlidir. Kaygı ya da çekinme söz konusu değildir. Bu durum, içe dönüklükle karıştırılsa da temel fark motivasyon eksikliğidir.
Sosyal Kaygının Tanısal Çerçevesi
DSM-5’e Göre Sosyal Kaygı Bozukluğu
DSM-5 (APA, 2013), sosyal kaygıyı; çocuğun sosyal ortamlarda yargılanma ya da küçük düşme korkusu nedeniyle belirgin bir kaygı yaşaması şeklinde tanımlar. Tanı için şu ölçütler aranır:
- Kaygı sosyal performansla ilgili durumlardadır (örn. sınıf içinde konuşma).
- Çocuk bu durumlardan kaçınır ya da yoğun kaygı ile katlanır.
- Belirtiler en az 6 ay sürmeli ve günlük işlevselliği bozmalıdır.
DC:0–5’e Göre Erken Dönem Sosyal Kaygı
DC:0–5 sistemi, özellikle 0–5 yaş çocukları için kullanılır. Bu yaş grubunda:
- Tanımadık kişilere karşı göz teması kurmama,
- Konuşmama veya donakalma,
- Akran ilişkilerinden uzak durma davranışları erken sosyal kaygının işareti olabilir.
Aile Tutumlarının Sosyal Çekilme Üzerindeki Rolü
Çocuğun sosyal dünyayla kurduğu ilişkinin ilk ve en güçlü temelleri, aile içinde atılır. Bu nedenle bu bölümde ebeveyn tutumlarının çocukların sosyal davranışları üzerindeki etkisine bakacağız
Otoriter Ebeveyn Tutumu
Bu tutum; katı kurallar, yüksek disiplin ve çocuğun söz hakkının sınırlı olduğu bir ebeveynlik tarzıdır.
- “Ben ne dersem o olur.” şeklinde yaklaşım,
- Çocuğun düşüncesini sormadan kararlar almak,
- Yanlış yaptığında cezayla ya da bağırarak tepki vermek.
Bu yapıdaki ebeveynler çoğunlukla itaati esas alır, ancak duygusal yakınlık sunmazlar. Bu nedenle çocuk, hata yapma korkusu ve yargılanma kaygısı geliştirerek sosyal ortamlarda geri çekilebilir.
Aşırı Koruyucu (Müdahaleci) Tutum
Ebeveynin, çocuğun yaşına ve gelişim düzeyine uygun sorumlulukları dahi üstlenmesine izin vermediği, her adımı onun adına attığı bir yaklaşımdır.
- Çocuk konuşmadan onun yerine cevap vermek,
- “Sen beceremezsin, ben yapayım.” demek,
- Yaşıtlarıyla oynamasına, dışarı çıkmasına aşırı endişeyle yaklaşmak.
Bu tutum çocuğun öz yeterlilik duygusunu zedeler ve dış dünya ile temasını sınırlayarak sosyal kaygıya zemin hazırlar.
Tutarsız / Kararsız Tutum
Bu tutumda ebeveyn davranışları öngörülemezdir. Aynı davranış bir gün ödüllendirilirken başka bir gün cezalandırılabilir.
- Bir gün sarılıp sevgi gösterip ertesi gün görmezden gelmek,
- Kurallarda sık sık değişiklik yapmak,
- Çocuğa “neden?” sorusu sorduğunda net cevap verememek.
Bu durum çocuğun güvenli bağ kurma ihtiyacını zedeler, sosyal ilişkilerde tedirgin ve temkinli bir tutum geliştirmesine neden olur.
İlgisiz (İhmalkâr) Tutum
Çocuğun fiziksel ve/veya duygusal ihtiyaçlarına yeterince karşılık vermeyen, çoğunlukla mesafeli veya kayıtsız bir ebeveynlik biçimidir.
- Çocuğun duygularını dinlememek ya da geçiştirmek,
- Uzun süre birlikte vakit geçirmemek,
- “Zaten bir şey istemiyor.” diyerek yalnız bırakmak.
Bu tutumla büyüyen çocuklar kendilerini değersiz hissedebilir; sosyal ortamlarda da görünmez olmayı seçebilirler.
Demokratik (Destekleyici) Tutum
Çocuğa hem sınır koyan hem de onun duygularını ve düşüncelerini önemseyen, destekleyici bir yaklaşımı ifade eder.
- Çocuğun fikrini sormak ve dikkate almak,
- Hatalarını yargılamadan birlikte değerlendirmek,
- Sosyal girişimlerini cesaretlendirip ona rehberlik etmek.
Bu tutum, çocuğun öz güvenli bir birey olarak yetişmesine yardımcı olur ve sosyal ortamlarda daha rahat davranmasını sağlar.
Sessizliğe Kulak Vermek Gerekir
Sosyal çekilme davranışları, her zaman bir sorun anlamına gelmez. Ancak bu davranışlar kalıcı hâle geldiğinde, çocuğun sosyal gelişimini, benlik algısını ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, çocuğun sessizliği bir “kişilik özelliği” olarak etiketlenmeden önce, hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı iyi değerlendirilmelidir.
Ebeveynler için önemli olan, çocuğun sesini sadece kelimelerle değil, davranışlarıyla da duymaya çalışmak ve ona güvenli, destekleyici bir sosyal alan sunmaktır.
KAYNAKÇA
Erkan, Z. (2002). Sosyal kaygı düzeyi yüksek ve düşük ergenlerin ana baba tutumlarına ilişkin nitel bir çalışma. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(10).
Aslan, Ö. M. (2016). Davranışsal ketlenme, sosyal içedönüklük, utangaçlık ve sosyal ilgisizlik üzerine bir derleme. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 15(57), 487–511.



